Bu hafta vizyona giren 'Romantik Komedi' filminin iki
yıldızı Sinem Kobal ve Engin Altan Düzyatan hep gördüğünüz sempatik,
güzel ve yakışıklı imajlarının dışında oyunculuklarıyla da gündemde
olan isimler. Bu iki başarılı ve genç oyuncunun geldikleri noktaya
hangi zorlukları atlatıp ulaştıkları, son filmlerinde çekim aşamasında
nasıl eğlendikleri ilginizi çekecek. İşte 'Romantik Komedi'nin
yıldızlarının sinema ve yaşam üzerine sorduğumuz sorulara cevapları...Proje size nasıl geldi? Sinem
Kobal: Senaryoyu okuduğumda bana çok keyifli, çok gerçek geldi. Çünkü
romantik komedi türünde çok fazla film yok Türkiye'de. Romantik
komediyi, kadın erkek ilişkilerini hep yabancıların gözüyle izliyoruz.
Bu ilk defa bize ait bir hikaye. Senaryodaki 'Didem' karakteri de çok
heyecanlandırdı beni, çok farklı bir karakter. Özellikle benim bu
zamana kadar oynadığım karakterlerden farklı. Daha olgun, 25 yaşında
bir kız. Engin Altan Düzyatan: Aradılar ve projeyi anlattılar.
Küçük küçük kasttan bahsettiler. Projenin benim için doğru tercih
olduğundan bir türlü emin olamıyordum. Fakat yönetmenle tanıştım ve
şuna inandım ki ne olursa olsun Ketche'yle çalışmak zorundayım ve
Ketche bana bunu teklif ediyorsa daha ne olsun? Sanki biraz daha kadın odaklı bir film. Kadın hikayeleri var, diğer hikayeler de onları destekliyor gibi geldi. Sinem
Kobal: Aslında üç yakın kız arkadaşın üstünden çıkarılmış hikaye ama
hem kadınlara hem de erkeklere dair tüyolar veriyor. Yani hep şunu
merak ederiz erkekler bir araya geldiğinde ne konuşurlar, ne yaparlar,
dedikodu yaparlar mı? Ya da kızlar ne düşünür? Hani bir kavga
çıktığında kızla erkek farklı düşünür derler ya, biri Mars biri Venüs
diye. Bu Mars ve Venüs’ün yaşantısına dair çok güzel şeyler var. Size gelen projeleri neye göre değerlendiriyorsunuz? Sinem
Kobal: Benim için aslında bir projenin iyi olup olmadığına karar vermek
çok zor. Ama ‘Romantik Komedi’ iyi yazılmış bir işti. Ketche'yle oturup
konuştuğunuz zaman onun farklı bir bakış açısı olduğunu ve senin
oyunculuğunu önemsediğini hissettiriyor. Bir de kadronun diğer isimleri
belli olduktan sonra işin iyi çıkacağına inandım. Ama seyircinin beğeni
kriterleri değişiyor. Bu yüzden onu çok fazla bilmek mümkün değil. Engin
Altan Düzyatan: Aslında biraz eğlenmekle alakalı. Siz gerçekten
eğleniyorsanız, içinizde o işi yaparken mutlu oluyorsanız, o işin
karşılığını görüyorsunuz. Ketche'nin ilk sinema filmi denemesi olabilir
ama oturup konuştuğunuz zaman çok iyi bir sinema kültürü olduğunu ve
sinemayı çok iyi bildiğini anlıyorsunuz. Gerçekten sinemacı o, bu da
ilk sinema filmi sadece. Oyunculara baktığınız zaman hepsi çok şeker,
kimsenin bir kaprisi derdi yok. O zaman bize sadece eğlenmek kaldı.
'Film bitti' dendiğinde anladık hatta üzüldük. Herkes oyuncu olmak ister. Sizin sebeplerinizi öğrenebilir miyim? Engin
Altan Düzyatan: Benden başka hiçbir şey olmazdı çünkü.15 yaşında
başladım tiyatroya. Baktım ve 'Oyun oynamayı seviyorum' dedim. Zaten
aslında baktığınızda hayat, bir oyunculuk mecrası. Bundan daha güzel
bir meslek olabilir mi? Bence insanların oyunculara bu kadar büyük
ilgisinin nedeni oyuncuların hayatta birçok kılığa girebilmesi. Bunu
seçmek gibi bir şansınız olmuyor. Zaten isteseniz de istemeseniz de o
sizi buluyor. 17 yaşında bana sorsanız dizilerde asla oynamam derdim.
Çünkü o zaman ağır tiyatrocuydum ve sadece tiyatroyu biliyordum. Şimdi
ise televizyonun parçalarından biriyim. Sinem Kobal: Ben 13
yaşında daha çocuk yaşta baleyle başladım. Sonra konservatuarda devam
edecek ve tiyatroya geçecektim, böyle bir planım vardı. Ama sonra
‘Dadı’ dizisinde kendimi ekran karşısında buldum. Bu süreç tamamen
içgüdüsel yaşanan bir durum. Bunların hepsi bir yaşam tarzı. Diğer
işler gibi değil. Sen zaten ona ait değilsen o seni içinden atıyor.
Oyunculuk bir şekilde duygularınla oynamak. Dış etmenlere çok fazla
takılırsan ve çok fazla uğraş halinde olursan kendi duygularından
uzaklaşıyorsun. Hangi farklı karakteri canlandırırsan canlandır
içindeki senden olan bir şeylerden yola çıkıyorsun. Bunu yapabilmek
için kendinden uzaklaşmaman, kendine vakit ayırman, özel hayatını
basının önünde yaşamaman gerekir. Burada tiyatronun ne kadar etkisi var? Sinem
Kobal: Dört yaşında baleyle AKM'de ilk sahneye çıktığında sahnede
olmanın, sahneye hakim olmanın o yaşta bile o alkışı duymanın ne kadar
büyük bir şey olduğunu hissediyorsun. Yani tiyatroda yaşadığın şey çok
farklı. Bir oyun üzerine çok uzun zaman vakit ayırıp çalışıyorsun,
aylarca bununla yaşıyorsun ve senelerce bile onu oynayabiliyorsun.
Televizyonda böyle bir şansın yok. Akşam senaryo benim elime geliyor,
bir bölüm sonra ne olacağını bilmeden oynamaya çalışıyorum. Engin
Altan Düzyatan: Tiyatroda tamamen kendinle baş başa kalıyorsun. Zaten
kendinle baş başa kalamazsan olmaz. Dıştan oynayıp ama oyunun içinde
olmaya çalışamazsın tiyatroda. Ama televizyonda bunu yapabilirsin. Kamera arkasına nasıl bakıyorsunuz peki? Engin
Altan Düzyatan: Şu anda içinde yaşadığımız sistem zaten vahşi bir
kapitalizm. Çok iyi genç yazarlar, yönetmenler var ama fırsat
tanınmıyor. Çünkü alışılmış bir matematik var. Gişesi kesin olan
filmlere para yatırıyorlar. Kimse okulu yeni bitirmiş ve İstanbul'a
gelmiş birinin yüzüne bakmaz. Ben İstanbul'a geldiğimde de kimse bana
"Altan İstanbul'a mı geldin, gel seninle iş yapalım” demedi. Benim daha
oyunculukla ilgili öğrenecek çok şeyim var. Kafamda hayatla ilgili çok
hikaye birikiyor. Ama bunlar için gerçekten oturup kendime vakit
ayırmam lazım. Şimdi besleniyorum. Bir gün o beslenmem bittiğinde
yanıma profesyonel arkadaşlarımı alıp ‘Kafamdaki hikayeyi nasıl
yazarız’ demek tabii ki isterim. Ama yönetmenlik çok farklı. Ben
yöneten değil de oyuncu kısmında olmayı seviyorum . Sinem
Kobal: Yeni birilerinin yetişmesi gerçekten zor. Çünkü sektör zaten çok
kolay insan harcıyor. Çok acımasız, çok alternatif var. Bir anda herkes
bir yerlere geliyor, bir yerlerden iniyor. Yani artık taşların yerine
oturması o kadar büyük bir süre alıyor ki bu süre içerisinde
çoğu pes edip gidiyor. Garip bir durum var. Her geçen zaman içinde bir
şeyler öğreniyorsun. İki sene öncesine bakıp çok şaşırıyorum ve beş
sene sonrasını düşündüğümde çok merak ediyorum. Çok genç yaşta birçok
şey yaptım. Televizyon dizisi, canlı yayın, sinema filmi ama hala
öğrenmem gereken birçok şey var. Kendimi şu an konuşacak değil de
öğrenecek kişi olarak görüyorum.-Güzel ve yakışıklı olmak aşılması gereken bir problem-Siz
güzel kızsınız, siz yakışıklı erkeksiniz. İçinizde ne kadar büyük
değerler barındırırsanız barındırın sinema ve televizyon sektöründe bu
şekilde algılanırsınız. Bu sizin için avantaj mı? Ne düşünüyorsunuz?Engin
Altan Düzyatan: Tiyatro bazlı değerlendirdiğiniz zaman aşılması gereken
bir problemdir yakışıklı olmak. Bu imajı kırmak gerekir, yoksa o zaman
oyuncu olamazsınız. Tiyatro için konuşursak çirkin olmayı tercih
ederdim. Yakışıklı bir aktörsen ve bir yandan da kendini kanıtlamak
istiyorsan gerçekten işin çok zordur. İnanmazlar sana, çünkü sen
yakışıklısındır. Bilmezler ki bu bana verilmiş bir Allah vergisi.
Dışardan idolleştirilirsiniz ama içte bir baskı vardır. Zaten bu baskı
gerçek oyuncuyu ortaya çıkarır. Yurtdışına baktığımız zaman bütün
yakışıklı aktörler çok geç Oscar alır. Belki almaz bile. Sinem
Kobal: Güzel kızsanız sizden her şeyi beklerler. ‘Niye’ bunu yapmadın
niye bunu da oynamadın derler. Ama her şeyi bir anda ortaya
çıkaramazsın. Hepsini yapacağın yerler vardır. Bizim asıl derdimiz
aslında bunlar yani. Ama bizde daha garantici düşünüyorlar. Bunun tipi
şu an uygun o rolde oynasın gibi. Karakter rolü için sizi seçmiyorlar o
zaman. Güzellik istediğim farklı rollere ulaşmak için aşmam gereken bir
durum. Biraz daha çaba göstermem gerekiyor ve zamana ihtiyacımız var.