Kadın ve erkek birbirlerinin tamamlayıcı iki ögesi olarak, bir bütünün parçalarını oluşturmaktadırlar. Kadının - erkeğe olan ihtiyacı kadar, erkek de kadına muhtaçtır. Yüce Yaratıcı yarımların birleşerek, bir aile çatısı oluşturması için her ikisini de bazı biyolojik ve psikolojik farklılıklarla bezemiştir… Fıtratı gereği psikolojik yapıda, genelde kadında duygusallık öne çıkarken, erkekte mantık kendini göstermektedir. Yaşanan çatışmanın temelinde de, bu iki olgunun belirlediği hakimiyet ve iktidar mücadelesi yatmaktadır!… Aslında iktidar mücadelesi, yalnız başına erkek ve kadının kendi bünyelerinde nefis ve ruh çatışmasında da yaşanmaktadır; bedensel hakimiyeti belirleyen akıl, bazen ruhla birleşerek erdeme yönelirken ,zaman zaman da nefsin kuvvetli dürtülerinin hakimiyetine girerek, insanı zararlı mecralara doğru da sürükleyebilmektedir!..
Çocukluktan başlayarak, aile, çevre, okul ve geniş anlamıyla yaşadığı milletin kültürü, insanı sosyal bir varlığa dönüştürür. Uzun uğraşı ve etkileşimler sonrasında, karakter denilen ve ömür boyu kolay kolay değişmeyen özellikler oluşmaktadır!... Bireyin çocukluk yıllarında başlayan kişilik oluşumunda, örnek alabileceği bir veya birkaç modele ihtiyacı vardır; genellikle kız çocukları anneyi örnek alırken, erkek çocuğun modeli babadır. Baba ve annenin bulunmadığı durumlarda, yakın çevredeki akraba veya öğretmen seçilebilmek-tedir. Gençlik döneminde genelde örnek alınarak taklit edilenler, toplumda prestiji yüksek devlet adamı, tarihteki bir kahraman, bilim insanı ve bazen de yakışıklı aktör - aktris veya sanatçı olmaktadır. Seçilen idollerde belirleyici ana faktör, hep güç, prestij ve iktidar erki olmaktadır!
Aynı miktardaki kız-erkek karma üniversite öğrencisi bir grup gence, “İnsanları mutluluğa götüren beş temel faktörü önemine göre sıralayınız?” diye soru yöneltilerek, yapılan araştırmaya verilen cevaplarda, genellikle para, servet, şöhret, güç ve prestij ön plana çıkarılırken, sağlık, huzur, iyi bir eş, kariyer, bilgi birikimi ve akıl ya çok gerilerde sayılmış ya da hiç dillendirilmemiştir. Bunun nedeni, insanlık tarihinin ilk çağlarından itibaren para, servet, güç ve şöhretin birincil iktidar aracı olarak kullanıla gelmiş olmasından kaynaklanmaktadır!... İstisnalar saklı tutularak değerlendirildiğinde, insanların kariyer, eş ve iş tercihlerinde de bu faktörler hep belirleyici olmaktadır!... Bu arada kadındaki güzellik ve erkekteki yakışıklılık faktörünün de prestij kategorisinde değerlendirildiğini de belirtelim….
1970’li yılların ortalarında, gözde üniversitelerimizden birinde, sosyal bilimci hanım bir Akademisyenin, öğrenciler arasında yaptığı mini araştırmada, “Niçin üniversite eğitimi alıyorsunuz?” sorusuna orta gelir gruplarından gelen kızlar, öncelikli olarak “ iyi bir eşle evlenmek için” diye cevaplarken; üst düzey gelir grubu “bilgi ve kariyer için” ; alt gelir grubu ailelerden gelenlerin ise, “iyi bir iş bulmak” şeklinde cevapladıkları görülmüştür. (Kağıtçıbaşı-75) Sosyo-ekonomik yönden fakir aile kızlarının bu cevaplarının arkasındaki temel düşün-cenin, biraz da aileyi sıkıntılardan kurtarma isteği olarak değerlendirilebilir. Erkek öğrencilerin verdikleri cevaplarda hangi gelir gurubundan olursa olsunlar: Kariyer, iş olanağı, bilgi ve prestiji yaklaşık ağırlıklı olarak öne çıkmıştır. Anlaşıldığı kadarıyla, erkeklerin evlilikle ilgili ön şartlanmaları olmadığı gibi, güç ve iktidarı ele geçirince, nasıl olsa “iyi bir evlilik yaparım” şeklinde düşündükleri de söylenebilir!
Bu konuyla ilgili çevremde yaptığım gözlemlerde, çok iyi bir eğitim almış bazı meslek sahibi kızların, zengin bir eş bulunca, gerisini değerlendirmeden ev hanımlığını iş ve kariyere tercih ettiklerini gördüm. Bu tercihlerdeki karmaşık denklemin anahtarı, “nasıl olsa mutluluk için gerekli iktidarı bulduğu” şeklindeki düşünceden kaynaklandığı söylenebilir. Günümüzde böyle bir değeri ev hanımı yapan erkek egosuna gelince; övüneceği bir eş bulma yanında, iyi bir aşçı, dadı,öğretmen vb. özelliği kendinde toplayan hanımı, eve kapatarak, belki de karlı bir iş yaptığını dahi düşünebilmektedir!... Romantik düşünenler, “İyi ama , aşk ve sevginin bu evliliklerde hiç rolü, yok mu ?” diye sorabilirler? Maalesef o konu, maddeci yapı içinde, günümüzde sadece cinselliği çağrıştırır hale dönüştürüldüğünden, Reşat Nuri Güntekin gibi yazarlarımızın romanlarıyla, orta yaş grubunun gençlik yıllarında izlediği Yeşilçam filmlerinde kalmıştır !...
****
Erkeklere kıyasla kadınların his ve duyguları güçlü olduğu kadar, kıvrak zekâlarından gelen önemli bir de, stratejist karakterleri bulunmaktadır. Doğumu-nun ilk günlerinden itibaren erkek çocuk uzun bir süre bön bön çevreyi incelerken, kız çocuğu daha ikinci ayını tamamlamadan gülücükler dağıtarak, aileyi kendisine bağladığı gözlenmektedir. İki- üç yaşından itibaren, erkekle, kız çocuğu arasındaki önemli psikolojik farlılıklar kendini göstermeye başlar. Erkek oyun ve paylaşımda bencil davranırken, kızın uzlaşmacı ve azla yetinme yanında, her alanda anaç tavırları görülür; girdiği ortamlarda alımlı duruşu ve özel ve çabasıyla ilgi odağı olurken, oğlan “ nasıl olsa ben erkeğim, herkes bana medyum” tavırlarla, “yapığım hatalar hoş görülür” havasına girmektedir! Bu havada ebeveynlerin, özellikle annenin büyük katkısı bulunmaktadır.( Ne de olsa erkek evladı! İlerde mürüvvetini görecekler ya !)
Kız çocuğunun stratejist yapısı, 7 yaş sonrasında iyice belirginleşmeye başlar, temizlik ve düzene özen göstererek ailenin gözüne girerken, erkek çocu-ğu hep dağınıktır. (Nasıl olsa arkalarında toplayan bir anne, ya da kız kardeş bulunmaktadır.) Bir başka zanla ,“zaten prens olduğu için, göze girme diye bir sorunu da yoktur”(!) Kız çocuğu kıyafetiyle ilgi odağı olduğunu fark edince, renklerin birbirleriyle uyumunu ve kendisine neyin yakışıp yakışmadığını da keşfedip,genç kızlıktan itibaren uyumlu giyinmeye başlarken,erkek bulduğunu çar-çabuk giyinip çıplaklıktan kurtulmak istemektedir; bu nedenle çevremiz, neyin kendisine yakışıp, yakışmadığını, hala fark edememiş sayısız erkekle doludur. Çoğumuzun kıyafet seçiminde, kız arkadaş, eşi veya mağaza tezgâhtarı hanımlar yardımcı olmaktadır! Kadınlar eşyaya hakim olmaktaki usta yapı ve becerileriyle, ev-eşya ve giysi gibi insan yaşamında önemli yer tutan stratejik araçları ele geçirerek, hakimiyet alanlarını oldukça genişletmişlerdir !...
Erkekler, yakın çevre ve ebeveynleri tarafından yüklenen aşırı güven duygusuyla yoğrulan karakterleri nedeniyle, yaşamdaki birçok ayrıntıyı görememektedirler. Göremedikleri ayrıntıdan birisi de , kadın erkek ilişkilerin-deki amiyane tabirle “tavlama ve avlama” konusudur. Bu konuda erkekler-ilkel avcı toplumdan gelen genleriyle- kendilerini hep avcı, hanımları da av olarak görmüş ve buna göre taktikler geliştirip, ”kadının şifreleri” üzerine kitaplar yazarak, “Donjuan efsaneleri” üretmişlerdir. Ancak gerçeklerin hiç de öyle olmadığı, birçok düşünce adamı ve kadın yazarının birebir yaşadıkları anılarını yazmalarıyla gün ışığına çıkmıştır; meğerse erkekler tavladım/avladım zannederken, avlandıklarının dahi farkına varamamışlardır!
****
Avrasya coğrafyasında yaşayan birçok erkeğin hakimiyet alanında tarihin derinliklerinden gelen kültürle, dokunulmaz görüp efsaneleştirdiği üç varlık bulunmaktadır, at, avrat, silah ! Kültürden, kültüre farklılıklar göstermekle beraber, Türklerde at, avrattan daha önde yer almıştır; at sırtında doğup, at sırtında sona eren bir yaşam tarzı için bu olgu yadırganamaz ! Aynı zamanda üç vazgeçilmezin, çokluğu ve niteliği de erkek için övünç kaynağı olmuştur (!) Yerleşik kültüre geçişten itibaren, bu varlıkların kalitelilerine sahip olma arzusu yıllarca sosyo-ekonomik ve kültürel nedenlerle canlılığını devam ettirmiştir. Batılılaşma veya yeni deyimiyle moderniteyle beraber, silahın yerini kalem alıp, at otomobile dönüşürken, “avrat”larda yerini tek eşe bırakmıştır. Yeni kültürdeki eş, rakiplerinden soyutlanınca, haklı olarak erkeğinin bütün hâkimiyet alanlarını sorgulamaya başlamıştır (!) Önce asrın yeni silahı olan kalemi ele geçirip, uzun yıllar atın yerine ikame ettiği otomobili de istemeye başlamıştır. Önceleri “bunun çok zor ve yorucu bir iş olduğunu” ileri süren erkekler, her ne kadar bırakmak istemese de, kadının otomobilin, merkep, at ve deve kullanmak kadar kolay olduğunu keşfetmesi sonucu, istemli -istemsiz, ellerindeki direksiyon hâkimiyetini de hanımlarla paylaşmak zorunda kalmışlardır (!)
****
Eş olarak kadın, şairin dizelerinde belirttiği gibi : “ Akşamları elleri şakağında, seni pencerede bekleyen karın / Seni değil, elindeki paketi (mi) beklemektedir?!” Hani eskiler bilir, hikaye oldukça meşhurdur: Adamın bir gözü doğuştan görme özürlüymüş, eşiyle mutlu bir aile yaşamları olup, yıllarca aynı yastığa baş koymuşlar. Her akşam eve elindeki paketlerle döndüğünde eşi onu coşkuyla karşılar, ”Badem gözlüm, bu gün yine çok çalışıp yoruldun, bir de bu yükleri buraya kadar taşıdın; dur sana bir yorgunluk kahvesi yapayım da dinlen” diyerek, elindeki paketleri alarak, iki yanağından özlemle öpermiş. Adam da ,“Yooo… hanım yorulmadım, her zamanki gibi ıvır zıvır işlerle uğraştım.” diyerek, ”haline acıyan” eşini teselli edermiş. Bir gün, iş yerinde gerçekten çok çalışarak yorulunca, “Bu akşamda ağırlıkları taşımadan eve gidip, biraz istirahat edeyim” demiş. Her gelişinde kapı tokmağına dokunur- dokunmaz hemen açılan kapı, ancak birkaç tıklatmadan sonrası açılabilmiş. Kadın kapıyı açtığında, bir kocanın boş ellerine, bir de gözlerine bakmış, “Adam senin bir gözün kör mü ne ?! Yeni fark ettim !” diyerek, sırtını dönüp , sofaya doğru uzaklaşmış !...
****
Erkekler yıllarca önce, ellerini güçlendirmek için “kadınların beyni küçük, saçları uzun, akılları kısa” diye bir masal uydurup, bunu da kendilerince oluşturdukları bilimsel verilerle desteklemişlerdi! Kadınlar eğitim alıp, “İnsan Anatomisi ve Psikoloji” alanına yönelince, bu teori: Erkekler tarafından çar-çabuk revize edilerek, “Duygusal Zekâ” diye yeni bir kavram ortaya atılarak, kadınların bu yönünün daha yüksek olduklarını kabul etmek zorunda kalmış-lardır! Böylece geç de olsa, yine de olumlu bir aşama olarak evrensel değerler arasında kadının zekasının da önemli yeri olduğu tescil edilmiş bulun-maktadır!... Onca Peygamber, Kutsal kitap , düşünür ve yazar-çizerin gayretine rağmen, tarihte uzun yıllar alınıp-satılan bir **** olarak görülen kadının, sonunda erkekle eşit ya da eşdeğer olduğunun ilanı, insanlık tarihinin uzun aşamalardan sonra önemli bir kavşağı dönerek, erdem düzlüğüne doğru ilerlediği şeklinde değerlendirilebilir!…
Kendini çok akıllı sanan erkekler, biraz küçük ayrıntılara ve romantizme, kadınlar da bir miktar mantığa özen gösterirlerse, gerçekte kimin akıllı ve zeki olduğu ve yine kimin, kimi tavladığının önemi kalmayacaktır. Ancak şurasını da eklemeden geçmiyelim, aile mutluluğunun sırrı, samimi özverilerde ve fazla takılıp kalmamak kaydıyla, bazı küçük ayrıntılarda gizlidir; yoksa bazen kendi psikolojik sıkıntılarına dahi tahammül edemeyen insan,karşı cinsin kapris veya çocukça davranışlarına nasıl tahammül edebilir ki !…
Halit Özdüzen*
Araştırmacı- Yazar